Devrim sonrası İran sineması, uluslararası festivaller aracılığıyla dünyaya açıldı ve başlangıçta İslami baskıdan kaynaklandığı söylenebilecek olan, hikâyelerin çocuk karakterler üzerinden anlatılışı İran sinemasına da belirli bir dil kazandırmış oldu. Özellikle Avrupa kanadında ise aşina olunmayan bu dünyayı bir de çocukların gözünden görmek büyük ilgi ve hayranlık uyandırdı. Yıllar içerisinde İran sineması odağını değiştirmeye ve geliştirmeye devam etti. Bu değişim ve gelişim dönemini daha da büyütebilen isim ise filmlerinde esas olarak herkesin birbirinden gizlediği sırları ve sonunda bu sırlarla yüzleşmelerini incelikle işleyen Asghar Farhadi. Everybody Knows, Penélope Cruz ve Javier Bardem gibi birbirinden başarılı isimleri bünyesinde barındıran ve açılışını Cannes Film Festivali’nde yapacak olan Farhadi’nin merakla beklediğimiz yeni filmi. Everybody Knows ve dolayısıyla Asghar Farhadi son dönemde yeniden sıklıkla konuşulmaya başlamışken yönetmenin doğum günü olması vesilesiyle bugün yazarlarımızın oylarıyla oluşturduğumuz En Kötüden En İyiye Asghar Farhadi filmleri listemizi sizler için derledik.
Tozda Dans – Raghs dar ghobar (2003)
Yönetmenliğini yaptığı bu ilk filmde, Asghar Farhadi, usta bir senaryocu olacağını baştan kanıtlıyor gibidir. Diğer filmlerinde olduğu gibi bu filmde de taraf tutmanın zor olduğu çetrefilli bir hikâye sunuyor Farhadi. Etik/ailevi ikilemlere dayanan insani hikâyeleri anlatan yönetmen, bu filmde de karısını boşamak zorunda kalan bir adamın düğün için aldığı borçları ödemek için çalışmasını, borçlarını ödeyemeyince de çölde zehirleri için yılanları yakalayan yaşlı bir adam ile dostluk ilişkisi kurmasını anlatıyor. Toplumsal baskı, aile ilişkileri, ahlak, göçmenlik ve geçim derdi gibi klasik temalarını masaya yatırdığı bu film iyi bir ilk film olmasına rağmen güçlü Farhadi filmografisinde kendine çok da yüksekte yer bulamıyor. Uzak Doğu’nun Oscarları sayılan Asya-Pasifik Film Festivali’nden üç ödülle dönen film, Farhadi’nin senaryoyu tek başına yazmadığı iki filminden biri.
Güzel Şehir – Shah-re ziba (2004)
Darbareye Elly filminde başarılı performansıyla izlediğimiz Taraneh Alidoosti’nin yer aldığı Shah-re ziba Asghar Farhadi’nin 2004 yapımı filmi. Duygusunun yoğunluğuyla ön plana çıkan film; arkadaşlık, aşk, ölüm arasında fedakarlık kavramına odaklanırken Farhadi sinemasından alışkın olduğumuz ahlaki ikilemlerin de derinden hissedilebildiği bir yapım. Henüz 16 yaşındayken sevdiği kızı öldüren Akbar’ın ıslah evinden ayrılmasının ardından idamını bekleme sürecini konu eden film, Akbar’ın ablası Firoozeh ve A’la’nın bu süreçte yakınlaşmasına odağını çevirir.
Çarşamba Ateşi – Chaharshanbe-soori (2006)
Tahran şehir merkezinde orta sınıf bir ailenin evinde hizmetçilik yapan yoksul bir kadının hikâyesinin anlatıldığı filmde, Farhadi’nin sonraki filmlerinde sıkça rastlayacağımız tematik konular işlenir. Sınıflar arası gerginliğin yanında aile ilişkilerinin çok boyutlu yönünün de anlatıldığı film, İran’ın toplumsal atmosferini de dolaylı yoldan sadece mart ayında kutlanan özel bir gün aracılığıyla gösterir. İnsanın kendisine ve çevresine söylediği yalanlarla sarmalanmış bu hikâye örgüsünü ise Farhadi’nin filmografisinde A Separation ve Le passé filmlerinde daha detaylı olarak izleriz. Film, 2006 yılında Uluslararası Chicago Film Festivali’nde en iyi film ödülünü kazanmıştı.
Geçmiş – Le passe (2013)
Le Passé, Asghar Farhadi’nin aldığı ödüllerle de yetkinliğini kanıtladıktan sonra gerçekleştirdiği bir proje olarak Fransa’da geçiyor ve filmde kullanılan dil ağırlıklı olarak Fransızca. Ancak Asghar Farhadi, Fransızca bilmediği için, filmi yönetirken dilin kendi ritmine ve akıcılığına hakim olabilmek için filmin çekimlerinden önce iki yıl Fransa’da yaşamış ve filmi sette hazır bulunan bir çevirmen yardımıyla çekmiş. Bu durum Farhadi’nin filmlerinde, Farsçanın alıştığımız ahengini azaltsa da yönetmenin insana dair temel dertleri yine devam ediyor. Auteur bir yönetmen olduğunu kanıtlayan Asghar Farhadi, yine hikayesini aile içinde saklanan sırlar üzerinden ince ince işliyor. Le Passé’de kadın karakterine daha özgür bir alan tanıyan yönetmen, Marie’yi boşanmak üzere olduğu kocası ve hamile kaldığı yeni sevgilisi ile aynı eve koyarak kendinden emin ve toplumun dayattığı ahlaki zorunluluklardan bir nebze olsun sıyrılabilmiş bir kadın karakter sunuyor izleyicisine.
Asghar Farhadi, sırları, söylenmeyen yakıcı gerçeklerin nasıl bir aile trajedisine dönüşebildiğini bir kez daha vurguluyor. Bu kez ahlakı namus ya da dürüstlük üzerinden değil de bir insanın intiharına sebep olmak üzerinden masaya yatırıyor. Yönetmenin filmlerindeki en belirgin temalardan biri de karakterlerin yaşanan trajediden sonra bu durumdan bir başkasını sorumlu tutması. Le Passé filminde de herkes suçludur ve hiç kimse suçlu değildir. Filmin izleyicisini kanalize ettiği sorular ise “iki insanın birbirini sevmesi ve birlikte olmak istemesi her şeyin üstünde midir yoksa geride bırakılan ve bu yüzden intihar eden kadının aşkı mı daha yüce görülmelidir?” sorusu kadar güçlü.
Satıcı – Forushande (2016)
The Salesman filminde Farhadi, yine kadın erkek ilişkisi üzerinden bazı sırlar üretiyor ve karakterlerinin bu sırlarla yüzleşme sürecini ahlaki yönden ele alıyor. Oyuncu kadrosunda Farhadi filmlerinde daha önceden de sık sık başrollerde ya da yan rollerde karşımıza çıkan Taraneh Alidoosti ve Shahab Hosseini yer alıyor. Taraneh Alidoosti, About Elly filminde Elly’yi başarılı bir şekilde canlandırsa da The Salesman filminde Rana karakteriyle Elly performansının çok üzerinde bir oyunculuk sergiliyor ve karakterin içine düştüğü tüm ikilemleri oldukça gerçekçi bir şekilde izleyiciye sunmayı başarıyor. Shahab Hosseini de, A Separation filminde yan karakter olan Hajjit’i canlandırırken About Elly’de Ahmad karakteriyle Almanya’dan gelen ve arkadaşlarından vizyonu biraz daha gelişkin bir karakteri etkileyici bir biçimde canlandırmıştı. The Salesman’de hayat verdiği Emad karakteriyle ise artık Farhadi filmlerindeki kariyerinin zirvesine çıktığını söylemek mümkün.
Hikaye, kazı çalışmaları sebebiyle oturdukları evin zarar görmesinin ardından kendisine kalacak yeni yer arayan Rana ve Emad çiftinin içine düştüğü çıkmazları, dini ve toplumsal ahlak ile bireysel dürtülerin çatışması üzerinden ele alır. Rana ve Emad, arkadaşları Babak’ın yardımıyla kendilerine kalacak bir yer bulurlar ancak evle ilgili bilmedikleri ve onlardan gizlenen bir detay vardır. Eski kiracının eşyalarını bir türlü almaya gelememesi, başlarına hiç beklenmedik bir olayın gelmesiyle sonuçlanır. Tiyatro oyuncusu bir çift olan Rana ve Emad hem ilişkilerini hem de sergiledikleri tiyatro oyununu, gerçekleşen olayın karmaşasının yarattığı tehditten korumaya çalışırlar.
Bir Ayrılık – Jodaeiye Nader az Simin (2011)
Asghar Farhadi’nin bol ödüllü filmi Jodaeiye Nader az Simin hayran bırakan oyunculukları, yönetimi ve ustaca oluşturulmuş diyaloglarıyla özünde insan olmaya dair kıymetli tespitler barındırıyor. Türkçeye “Bir Ayrılık” olarak çevrilen Jodaeiye Nader az Simin, aslında bir ayrılıktan çok daha fazlasını temsil ediyor. Temelinde bir karı-kocanın ayrılığı üzerinden ilerlese de ülkeden ayrılış, anne ve babadan ayrılış ve doğru bilinenden ayrılış gibi çok çeşitli ayrılma temaları içeriyor. Katmanlı bir hikayeye sahip olan Jodaeiye Nader az Simin, Asghar Farhadi’nin ilk filmine benzer bir çıkış noktasıyla herkesin birbirinden sakladıklarıyla çözümsüzlüğe doğru ilerleyen bir olay örgüsünde, “doğru” söylemenin koşullarını ve hatta sonuçlarını araştırırken insanın çetrefilli doğasına atıfta bulunuyor. Adaletin öykünün merkezine oturması sebebiyle bu kez film, ahlaki ikilemleri dinin yanı sıra bir de sistemle iç içe geçirerek doğrunun mutlaklığını tartışıyor. Bir doğrudan şüphe edilebilir mi ya da bir doğrunun daha doğrusu olabilir mi? En sonunda da dürüstlük belirli şartlarda her bir birey için değişkenlik gösterebilecek bir erdem midir? Jodaeiye Nader az Simin’e göre mutlak bir dürüstlüğün var olabileceğini kabul etmek eninde sonunda bireyi umutsuzluğa sevk edebilir. Belki de herkes karşısındakinden bir şeyleri gizleyebildiği ölçüde dürüsttür denilebilir. Jodaeiye Nader az Simin tam da bu durumu kanıtlayan bir film.
Elly Hakkında – Darbareye Elly (2009)
Neredeyse bir tek mekân filmi olarak tanımlayabileceğimiz Darbareye Elly, açılış sekansını oldukça coşkulu ve mutlu yapar. 3 günlük kısa bir tatile çıkan ve birbirlerinin yakın arkadaşı olan birkaç çift, kalacakları evin sahibinin erken dönmesi üzerine kendilerine başka bir yer bulmak durumunda kalır. Kalınacak yeni yer deniz kenarındadır. Adeta saklanan sırların –yaşanılan koşullar içerisinde- derinliğini ifşa eden deniz, bu sırların içerisinde boğulan karakterlere ancak ölümün çevrelediği bir özgürlük vadetmektedir.
Elly, -film boyunca asıl ismi bir muamma olarak kalsa da- Sepideh’nin kızının öğretmenidir. Sepideh, Almanya’dan yeni dönen Ahmad ile Elly’yi tanıştırmak istemektedir. Bu tatil de ikilinin tanışıp yakınlaşması için bulunmaz bir fırsattır. Filmin ortalarına kadar her şey yolunda görünürken Asghar Farhadi, izleyicisine yavaş yavaş ters giden bir şeylerin varlığını hissettirir. Çiftlerden birinin oğlu, denizde oynamak isterken boğulma tehlikesi geçirir ve son anda kurtarılır ancak bu kez de Elly’nin kaybolduğu anlaşılır. Sabah Sepideh’ye gitmek istediğini söyleyen Elly’nin gerçekten gidip gitmediği bilinmezken denizde boğulmuş olma ihtimali de bir türlü bulunamayan cesedi yüzünden doğrulanamaz. Tam bir muğlaklığın içinde bütün karakterler çözülmeler yaşar ve mutlu gelinen eve çatışma hakim olur. Elly’nin ailesine haber verilmesi gerekmektedir ancak gelen kişi Elly’nin nişanlısı çıkar. Tüm bunların üzerine Sepideh’nin bu durumu bildiğini itiraf etmesiyle sırlar dökülmüş olur ve sancılı bir yüzleşme süreci de git gide sona yaklaşır